|
ARA SPOTLAR: 01: Babam koyu bir Fenerbahçeliydi fakat benim özellikle
futbolla pek alakam olmadı. Bayan voleybolda Fenerbahçeli olduğumu
söyleyebilirim. Takım olarak geçtiğimiz sezon istediğimiz hedeflere ulaşmasak
da bize bir Avrupa Şampiyonluğu getirdiler. Bundan dolayı da onlarla gurur
duyuyorum. 02: “Albay Kuş”da oynadığım rolle en iyi oyuncu ödülü aldım.
“Karanlıkta Komedi” diye bir oyunda yönetmenlik yaptım. O da en iyi komedi
ödülünü aldı. 03: Karadayı dizisi için teklif geldi. Bu benim ilk dizim. Menajerim
bana böyle bir teklif geldiğini söyledi açıkçası ben televizyonla fazla haşır
neşir değildim. İyi de bir proje olmadan da içinde olmak istemiyordum. Tabii
Karadayı dizisine baktığımda Kenan İmirzalıoğlu, Bergüzar Korel ve tabii ki
Çetin Hoca’yı duyunca hemen “Ben bu işin içinde olmalıyım” dedim. 04: Konservatuarda
bir hocamız vardı bize şöyle derdi; “Takım oyunlarıyla tiyatronun hiç farkı
yoktur.” Bunun ne demek olduğunu voleybolla ilgilenmeye başlayınca anladım.
Gerçekten öyle… Bu bir takım oyunu . Defansından smaçörüne kadar bu bir takım
oyunu. Hepsinin görevini yapıp çalışması gerekiyor ancak o zaman başarı
yakalanabiliyor. BAŞLIK: Deniz Şen Hamzaoğlu: “Fenerbahçelilik demek
duygusallık demek!” GİRİŞ SPOTU: Bu ayki konuğumuz tiyatro sanatçımız ve
reyting birincisi “Karadayı” dizisinin “Bülent” karakteri Sayın Deniz Şen
Hamzaoğlu… Deniz Bey Fenerbahçeli bir voleybol takipçisi… Tiyatro oyuncularında
nasıl bir takım ruhu varsa bunun aynısının da sporcuda olması gerektiğine
inananlardan… Ve biliyor ki bir takımı oluşturan tüm bireylerin başarıyı
yakalamaları “Ben” imajından çok “Biz” imajından kaynaklanır. Fenerbahçe
Dergisi olarak başarılarının devamını diliyoruz. - Deniz Bey, nasıl Fenerbahçeli oldunuz? Babam koyu bir Fenerbahçeliydi fakat benim özellikle
futbolla pek alakam olmadı. Bayan voleybolda Fenerbahçeli olduğumu
söyleyebilirim. Takım olarak geçtiğimiz sezon istediğimiz hedeflere ulaşmasak
da bize bir Avrupa Şampiyonluğu getirdiler. Bundan dolayı da onlarla gurur
duyuyorum. - Sanat hayatınız nasıl başladı? 1979, İstanbul doğumluyum. Arkeoloji bölümünde okuyordum.
Daha önceden de Eskişehir Üniversitesi’nde kamu yönetimi bölümüne devam
ediyordum. Ailem Yalova’da yaşıyordu. Depremden sonra Antalya’ya taşındık. O
süreç içerisinde tek çocuk olduğumdan annemin yanında kalmak istemiştim. Okula
bir yıl ara verdim. O zaman Antalya Devlet Tiyatrosu’ndan çok sevdiğim bir
ağabeyle tanıştım. Oyuncu olmayı çok istiyordum fakat işin prosedürü konusunda
hiçbir bilgim yoktu. O “Ben seni konservatuara hazırlayayım” dedi. O yıl
hazırlandım. Konservatuar sınavına girdim fakat kazanamadım. Bu işlerle ilgili
bir şeyler yapmak istiyordum. Aynı yıl Konya Selçuk Üniversitesi Radyo
Televizyon Sinema Bölümü’nü kazandım. Gittim baktım yok, yönetmenlik de değil,
benim hayalim. Ne olursa olsun bir yıl daha deneyeceğim dedim. Olmazsa medya
iletişim sektörüne devam edecektim. Konya Selçuk Üniversitesi konservatuar
bölümünü kazandım. Dört yıl orada okudum. Öğrenciyken Konya Devlet
Tiyatrosu’nda oynadım. Mezun olduktan sonra Antalya Devlet Tiyatrosu’nda
oynamaya başladım. Bu süreçte Üniversite’de ders vermem için teklif geldi.
Akademisyenliği de denemek istiyordum açıkçası. Diksiyon dersleri vermeye
başladım. Truva Üniversitesi’nden bir teklif geldi, Çukurova Üniversite’sine
devam ettim. Sonra bir şeyi fark ettim; akademisyenlikle icra etme sanatı
birbirine uzak, doğal olarak oynamayı özledim. Akademisyenlikte yüksek lisansım
henüz bitmemişti, bu işin bana zevk vermediğini anladım ve oyunculuğa geri
döndüm. Antalya Şehir Tiyatrosu’ndan bir teklif geldi, “Albay Kuş” diye bir
oyunda oynadım. Sonrasında İstanbul’a gelme kararı aldım. İstanbul’a geldiğimde
bir tiyatroda çalışmaya başladım. “Buzlar Çözülmeden” oyununda Sarıların Mahmut
Ağa rolünde, “Sevgili Doktor”da doktor rolünde ve daha yirmi tane oyunda
oynamışım. Sonra reji çalışmalarım oldu. Albay Kuş’da oynadığım rolle en iyi
oyuncu ödülü aldım. “Karanlıkta Komedi” diye bir oyunda yönetmenlik yaptım. O
da en iyi komedi ödülünü aldı. Akla Kara Tiyatrosu’nda çalıştım. Sezon sonunda “Artık
kendi tiyatromu kurayım” dedim. Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sını hem
oyunlaştırdım, hem yönettim hem de oynadım. Bu arada televizyonda Karadayı
dizisi için teklif geldi. - Karadayı Dizisi yüksek tempolu ve hala reytinglerde bir
numara olan bir dizi. Teklif geldiğinde neler hissettiniz? Bu benim ilk dizim. Menajerim bana böyle bir teklif
geldiğini söyledi, açıkçası ben televizyonla fazla haşır neşir değildim. İyi de
bir proje olmadan da içinde olmak istemiyordum. Tabii Karadayı dizisine
baktığımda Sema Ergenekon ve Eylem Canbulut’un özgün bir hikâyesi. Kenan
İmirzalıoğlu, Bergüzar Korel ve tabii ki Çetin Hoca’yı da duyunca hemen “Ben bu
işin içinde olmalıyım” dedim. Yönetmenler Cem ve Uluç beylerle görüştüm. Onlar da
bu role uygun olduğumu söylediler. Karadayı’nın cast çalışması bile hemen hemen
bir yıl sürmüş bir çalışma. Çünkü Karadayı’nın başarısı çok iyi bir ekibin
ortaya çıkmasında tabii hem kamera arkası hem kamera önü. Zaten iyi bir ekip
topladığınız zaman güzel bir çalışma ortaya çıkabiliyor. Bu açıdan Ay Yapım’ı
her zaman çok başarılı buluyorum. Böylece Karadayı başlamış oldu. Bu arada
tiyatroya da devam ediyorum. Çok keyifle yaptığınız şeyin değerli olduğunu halk
size hissettiriyor. - Dizi çok güzel gidiyor, yoğun bir temponuz var, ekip
ilişkileriniz nasıl? Birbirimizi hep tolere eden bir ekibiz. Her şeyi rahat
konuşabilmemiz ve yönetmenlerimizin bizi gerçekten özgür bırakıyor olmaları
bütün bunlar başarıyı çok etkiliyor. - Her biri bir film gibi çekiliyor… Yorucu oluyor tabii bizim dizinin en büyük özelliği
çaycısına kadar full çalışıyor herkes. Ve bazen 17- 18 saat çalışıyoruz ama bu
genel bir sıkıntı, bize özel değil zaman içinde yavaş yavaş düzeleceğini
düşünüyorum. - Diziniz 70’li yıllarda geçiyor. Fakat İstanbul artık eski
İstanbul değil, mekân sıkıntısı yaşanıyor mu? Sanat ekibi çok sıkı çalışıyor. Prodüksiyon, mekânlar çok
önemlidir. Sizin de dediğiniz gibi İstanbul çok kozmopolittik ve çok değişmiş
bir kent. Örneğin Paris, Londra, Berlin ve saymadığımız birçok Avrupa kenti
hala 1800’lü yılların dokusunu içinde barındırıyor. Fakat İstanbul çok değişti.
Ev bulmak mekân bulmak sanat ekibini çok yoruyor. Görüntüler var hiçbir şey
benzemiyor birbirine. O doku tamamen gitmiş. Bu çok üzücü aslında bence
İstanbul gibi bir kentin binlerce yıl geçmişi olan bu kentin bu dokuyu içinde
barındırıyor olması gerekiyordu. Bence bir trajedi fakat dediğim gibi sanat
ekibimiz mekân bulmada bu şartlarda bile çok başarılı. - Tiyatroda oyuncu ekibiyle sporda bir takımı
karşılaştırdığınızda benzerlikler var mı? Konservatuarda bir hocamız vardı bize şöyle derdi; “Takım
oyunlarıyla tiyatronun hiç farkı yoktur.” Bunun ne demek olduğunu voleybolla
ilgilenmeye başlayınca anladım. Gerçekten öyle. Bu bir takım oyunu… Defansından
smaçörüne kadar bu bir takım oyunu. Hepsinin görevini yapıp çalışması gerekiyor
ancak o zaman başarı yakalanabiliyor. Gerçekten bir kişinin başarısıyla
yürümesi mümkün değil. Bir de samimiyeti seyirci algılıyor galiba yani orada
nelerin olduğu kameranın önüne yansıyor. - Sporcularımız bu
diziyi çok seviyor, aynı yapım şirketinin dizisi olan Ezel de öyleydi… Ezelin ekibi Karadayı’da. Ben de geç saatlere kadar ders
koyuyor Ezel’i izlemek için pazartesiyi boş bırakıyordum. Fazla dizi izlemedim
faka Ezel’i hiç kaçırmazdım. Çok iyi diziydi. -Kendi dizinizi ekiple beraber izliyor musunuz? Birlikte çok izliyoruz. İlginç bir his ilk dizim bir de
nasıl olacak bir fikrim yoktu, kaygılarım vardı, tiyatroda metin içindeki o
karakteri bir buçuk ay prova yapıyorsun sonra çıkıyorsun belki de o karakteri 5
sezon oynuyorsun. Daha teksti ilk eline aldığın gün karakterini bilerek devam
ediyorsun. Burada bölüm eline geliyor hemen çok hızlı bir şekilde beş günde
ezberliyorsun. Zor tabii. -Dizideki Bülent rolünde eşini aldatan, kumarda
kaybettiğiniz sahneler var. Bizim halkımızda da bazı rollere gerçek hayatmış
gibi tepkiler vardır her zaman. Size bu yönde geri dönüşümler geliyor mu? Evet, bu konuya takılan çok. “Kumarda kaybeden adam”
diyorlar. “Çocuğun doğacak” diyor yaşlı bir amca “Hiç utanmıyor musun?”, sonra
başka bir bölümde kumar borcum yüzünden dövüyorlar beni, biri diyor ki “Aslan
gibi adamsın neden iki tane de sen vurmadın.” Ya da “Mahir’e söylesene gider
döver hepsini” Bizim halkımız gerçekten çok duygusal… Bu tarz çok mail geldi
bana. Bir arkadaş da söyle yazmış; “Bülent Bey, Türk halkı olarak çocuğunuz
kaçırıldığında evde kadınlarla birlikte ağlamanızı hiç tasvip etmedik.
Hayatınızda da Bülent gibi bir karakter misiniz? Hiç yabancılık çektiğinizi
zannetmiyorum” diyor. Ben de yıllar evvel “Hayvanat Bahçesi” diye bir oyun
oynamıştım orada bir fotoğrafım vardı elimde orada da bıçaklı bir psikopat
adamı oynuyordum, ruh hastası birini canlandırıyordum. O fotoğrafımı gönderdim
ve “Ben böyle bir adam da değilim arkadaşım.” diye onun üstüne tekrar mail
atmış bana “Ya kusura bakmayın biz de fazla kaptırdık kendimizi .” Tiyatroda
böyle bir disiplinle yetişmiyorsun. Bir bütüne hizmet edilir. Oyun gücü,
karakter neye uygun görülürse ona göre çalışırsın. Bir eserin başarılı olması
bütün bu uyuma bağlıdır. - Tekrar Fenerbahçe’ye dönersek taraftarlarla ilgili
düşüncenizi alabilir miyim? Ben Yalova’da yetiştim, arkadaş ortamımızda Fenerliler,
Beşiktaşlılar, Galatasaraylılar vardı. Maç esnasında gergin adamlardı maç
bittikten sonra aynı bütünlükte hareket edebiliyorlardı. Türk futbolunda
istemediğimiz şeyleri görebiliyoruz, Türk toplumu duygusal diyorum ya spor
dünyasına da bu yansıyor tabii. Dünyada hiçbir şey insan canından kıymetli
değil hatta dünyanın kendisi bile. Türk sporunda da tüm takımların yeri geldiğinde
de birlik olduklarını gördük. Fenerbahçe’nin çok iyi bir taraftarı var. En
büyük özellikleri de duygusal olmaları. Bu da bence çok güzel. Fenerbahçelilik
demek duygusallık demek… - Sporcu camiamız tiyatroya gidiyor, sinemaya gidiyor,
diziler izliyor. Fakat tribünlerimizde yeteri kadar sanatçıyı göremiyoruz. Tiyatro sanatçıları, televizyon sektöründe çalışanlar da
fanatik taraftarlar aslında. Bir maç varsa saatlerce kuliste konuşuluyor,
gitmeye can atan insanlar var. Bizim sektörümüz için çalışma saatleri çok esnek;
setteki arkadaşlarım da zaten çalışmıyor olsalar, statta olurlar. Zamanla
ilgili, bu hepimiz için geçerli... Tabii ki ülkemizin de gerçeği; sanatçıların
spora daha çok destek vermesi gerekiyor. - Projeleriniz var mı? İlerleyen süreçte yeni
kurduğum bir tiyatro var. Suç ve Ceza’yı yaptım. Tiyatro sürecinde klasik
eserlerden yola çıkmak istiyorum. Klasik eserler yavaş yavaş sahnelenmemeye
başladı. Zor bir iş, meşakkatli bir iş. Ağustos gibi oyunun adı belli olur. - Dergimiz hakkındaki düşünceleriniz? Hoş bir dergi, yelpazesi çok geniş. Fenerbahçe’nin taraftarı
fazla olduğuna göre tirajının da yüksek olduğunu düşünüyorum. |